6 Ocak 2008 Pazar

PAZAR YAZILARI


KIBRISTA GÜNLÜK YAŞAM
Hemen itiraf edeyim, yılbaşı tatilini Kıbrıs’ta geçirdim... Kıbrıs’a bir önceki gidişim ise yirmi yıl öncesine uzanır. O zamanlar TÜRSAB (Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği) dergisinin editörüydüm. Bizi KITSAB, yani Kıbrıs’ın seyahat acenteleri birliği ağırlamış, adayı gezerken de Nazif Bozatlı yardımıcı olmuştu. Yirmi yıl aradan sonra, artık iyi arkadaş olduğumuz Nazif kardeşime yine Kıbrıs’a geliyorum dedim. Müşfik kollarını hemen uzattı. KITSAB yine bizi ağırladı. Kıyı bucak dolaştık.

Hemen söylemeliyim. Geçen yirmi yıl Kuzey Kıbrıs’a yaramamış. Hızlı kentleşme, özellikle Girne bölgesinde önemli yaralar ortaya çıkarmış. Bölgenin kendine özgü özellikleri kaybolma noktasında. Tamam deniz aynı deniz, ama kara, beton yığınlarıyla dolmuş. Nüfusun Türkiye’den gelen bölümü, Kıbrıs halkının karakterini bozmuş. Yerli halk da bu değişime boyun eğmiş, onun getirdiği maddi katkılara teslim olmuş. Öte yandan Kıbrıs turizminin sırtını dayadığı kumarhane/casino olgusu ise, oldukça karanlık bir tablo çizmekte...

Ben size gezimizin güzel yanlarından söz edeyim. Girne Kalesi her zaman olduğu gibi yine çok etkileyici. Tanıtım odasında karşımıza çıkan, kalenin kuruluşundan bu yana geçirdiği evrimi aktaran resimlerin, broşürde neden yer almadığını anlamak ise zor. Girne’nin hemen arkasında yer alan Bella Pais Manastırı da beldenin çekim merkezleri arasında. Burada sık sık konserler de verildiğini duymak sevindirici oldu. Nazif kardeşimin beni yirmi yıl önce götürdüğü sahil meyhanelerinin hiçbiri kalmamış. O zaman tattığım otlara ve bitkilere dayanan mutfağı ancak evlerde konuk olduğumda bulabileceğimi anladım. Fast food’un esir aldığı Kıbrıs’ta özgün olandan vazgeçtim, iyi bir yemek yiyebilmek için bile epeyi uğraşmak gerekti. Girne’de Dome Otelin yanında bir yıl önce açılmış olan Lagoon balık lokantası yüzümüzü güldürdü. Çok taze balıklarının yanısıra bölgeye özgü macun tatlılarını ve katmeri de burada tadabildim.

Gazimağusa (Famagusta) ise bölgenin ana unsuru olan üniversite sayesinde büyük bir gelişme içinde. Neyse ki, eski kent içinde yapılan düzenlemeler büyük oranda olumlu. Yıllar önce bir mezbele durumunda olan Belediye Pazarı ( bölge insanları, “her zaman her şey bulunur“ anlamında bir Rumca sözcük olan Bandabulidya diye adlandırıyorlar burayı) çekici bir turistik çarşı haline gelmiş. Hemen yanıbaşımızdaki ölü kent Maraş’ın hüznünü, Gazimağusa’nın muhteşem kent surlarını gezerek dağıttık. Othello kule/kalesine çıkmak, tiyatrocu yanımı heyecanlandırdı. Burada 7-8 yıl evvel Devlet Tiyatrosu’nun Othello’yu oynadığını öğrenmek hoşuma gitti. Öğlen ise Nazif’in bütün konuklarını götürdüğü izbe bir lokantaya gittik. Bir fırın kebapçısı bu, 41 yıldır icrayı sanat eylemekte. Mustafa Fehmi, tarifi zor lezzette bir kuzu kebabı sundu bizlere... Yemek sonrası sporunu Salamis Harabelerini ve mükemmel anfi-tiyatrosunu gezerek yaptık. Hemen yakınındaki St. Barnabas müzesi ise Kıbrıs adasının olağanüstü arkeolojik tarihini başarıyla yansıtmakta...

Son durağımız Lefkoşa’ydı. Yola çıkmadan, kentin siyasi ve kültürel nabzının atığı Işık Kitabevi’ne uğrayıp Nahide hanımın kahvesini içtik. Orada olduğumuz yirmi dakika içinde ona yakın yazar/gazeteci ile tanıştım. Ardından Etnoğrafya Müzesi olarak kullanılan Derviş Paşa Konağı’na gitik. Konak olağanüstü, ama müzenin hali yürekler acısı... Arabahmet mahallesinde Notre Dame de Tyre Ermeni Kilisesi ve Kadınlar Manastırı’nın restorasyonuna başlanmış olduğunu görmek beni umutlandırdı. Belediyenin sanatçılara tahsis ettiği Büyük Han da oldukça iyi korunmuş. Burada Kıbrıs’a özgü Karagöz figürlerini ve sanatını yaşatmaya çalışan Mehmet Ertuğ’la tanıştık. Hiç görmediğimiz ve bilmediğimiz suretleri inceledik. Yemek zamanı Sedirhan adında güzel bir kebapçıda konakladık. Arkadaşımızın adını verdiği Nazif Kebabını yedik! Akşamlar için de iyi bir adres edindim: Yine Arabahmet mahallesindeki eski bir konak: Boghjalian...

Yemek sonrasında kent merkezindeki bir sergiyi gezdik. Sidestreets adlı bir dil okulunun altındaki güzel galeride yer alan “Kıbrıs’ta Günlük Yaşam 1927-1931” başlıklı bir fotoğraf sergisiydi bu. O yıllarda adaya gelen bir İsveçli arkeolojik kazı ekibinin çektiği ok ilginç fotoğraflardan oluşuyordu. Başarılı ve heyecan verici bir sergiydi. Otele gitmeden Belediye Pazarı’na (Lefkoşa’nın Bandabulidya’sı) uğrayıp Lefke mandalinleri, köy hellimi ve satıcısının para almadan koca bir dilimi ikram ettiği enfes bir lor (Kıbrıslılar buna Nor diyor ama) aldık. Zaten yine rehberimizden öğrendiğimize göre. burada “Nuh der peygamber demez” deyişi “Nor der peynir demez” biçiminde adapte edilmiş...

Güzel bir hava Kıbrıs gezimizi daha keyifli bir hale koydu. Adadan ayrılırken, korumacılığın hızla gelişmesini, Adanın siyasal ve ekonomik açıdan istikrarlı günlere kavuşmasını diledik. Bir bahar aralığında da (açıkça yazları gitmeyi hiç düşünmüyorum) denize girmek için yine kapıyı açık bıraktık...