24 Ağustos 2008 Pazar

PAZAR YAZILARI


Yaz doktoru
Yaz tüm hızıyla sürüyor. Biz de yirminci yüzyıl başına ve İstanbul deniz hamamlarına ışınlanıyoruz. Deniz kıyısında yapılan işin adı “deniz banyosu”. Ama bu “banyo”, o zamanlar biraz ilaç gibi telakki ediliyor. Hekimin izniyle ve gerekiyorsa… Cilt hastalıklarına birebir, reçeteye bile yazılıyor. Elbette aklına gelen, canı çeken giriyordu denize; ama doktorlara sorarsanız öyle herkesin içine dalacağı bir yer değildi bu tuzlu sular. 1906 yılında yayınlanan Adanalı doktor Ahmet Şükrü’nün kitabı (Deniz hamamları, envai [çeşitleri], menafii [yararları]) Denize Kimler Girebilir?; adından anlaşılacağı gibi konumuzun erken dönem anayasası niteliğini taşır.

Komple hastane: Deniz banyosu

Ahmet Şükrü önce yaş sınırı koyar. 7 yaşın altındaki ve 45 yaşın üstündekiler için denize girmek yasaktır! Bu bir. Denize girmek için mutlaka bir nedenin olmalı. Sinirleri bozuk olanlar, saracalı bulananlar, stres yaşayanlar (tabii kitapta böyle demiyor :”şehirde uzun müddet iskân ederek ıztırab-ı deruniye duyanlar”ın karşılığı olarak kullandım), kansızlık çekenler, bademcikleri şişenler, göz ağrısı olanlar, kulak akıntısından yakınanlar, midesi şişkinlik yapanlar ve özellikle de deri hastalığına yakalananlar. Deniz banyosu değil her derde deva komple hastahane mübarek…

Yazarımız da benim bu görüşüme katılıyor ki, şunu ekliyor (sadeleştirerek aktarıyorum): “Yukardan beri tek tek saydığım hastalıkları çekenlerin denizden yararlanmalarının derecesi birdenbire rikkati çekince ; deniz ne âlâ şey imiş, aman deniz ne âlâ ilaç imiş demekten insan kendini alamaz”.

Deniz ve renk ilişkisi

Deniz ve doktor arasındaki bu ilginç alışveriş, daha sonraki yıllarda da yoğun olarak devam eder. Gazete, dergi köşelerinde yer alan yazıların yanısıra bu konuda risaleler ve hatta kitaplar bile yayınlanır. 1936 tarihli bir Çocuk Esirgeme Kurumu kitapçığı olan Doktor Şükrü Şavlı’nın kaleme aldığı Deniz Banyoları ve Faideleri, doğal olarak yayınladığı kurumun ilgi alanı olan çocuklara seslenir. Bu sekiz sayfalık küçük broşürde son olarak “Çocuklar deniz banyosunu nasıl yapmalı” sorusuna cevap aranır:
“Evvelâ güneş banyosu yapmalı, sonra denize girmeli, denizde vücudu kızarırsa banyodan istifade ediyor demektir, kızarmayıp bilakis solgun bir renk alarak üşüyorsa istifade etmiyor demektir. Bunları denize sokmamalı, deniz kenarında bacakları suyun içinde gezmeli, vücuduna deniz suyu ile firiksiyonlar yapılarak alıştırmalı, ondan sonra denize sokmalı, bu suretle alışır.” Bu renk teorisinden pek bir şey anlamadık, ama üstadın herhalde bir bildiği vardır...

Deniz ve karpuz

1955 yılına geldiğimizde ise artık uzmanlığın adı belli olmuştur. Dr. Kemal Saraçoğlu’nun Yaz Doktoru kitabını, kapağındaki “dilber sırtına güneş yağı süren uzman doktor” resmine aldırmadan karıştıralım. “Yaz hastalıkları” bölümünde kabızlıktan sıtmaya kadar onlarca hastalığın yaz ile ilişkisini ortaya koyduktan sonra, tedavi amacıyla gidilen içmeler ve kaplıcalar gibi bazı yaz mekanları gündeme geliyor. Ardından daha güncel konulara geçiyoruz. Yeni yeni moda olan “Açık hava kampları”, yaz aylarında sık yaptığımız “Seyahatler” ve işte en nihayet “deniz banyoları”. Bir çok ilmi ve önemli konularda bugün de geçerli tavsiyeleri olan doktorumuzun “deniz ve karpuz” konulu uyarılarına kulak vererek yazımızı noktalıyoruz: “Denize girme mevsimi mühimdir. Bizde ‘karpuz kabuğu denize düşmedikçe girmemelidir,’ diye yerleşmiş bir kanaat vardır. Bu yanlıştır. Bir kere karpuz oldukça geç çıkan bir meyvadır. İkincisi havaların ısınması karpuza bağlı değildir.” O zaman şimdi ne yapıyoruz? Karpuzun ne zaman çıktığına filan aldırmadan denize giriyoruz... Hem zaten karpuz artık her mevsimde yetişiyor... Ayrıca karpuzların da mevsimi geçmek üzere. Ama bundan doktora ne?


KUTU:
SELİM SIRRI VE GÜNEŞ
Doktor değil ama, sağlık uzmanı ve jimnastik tarihimizin baş aktörü olan Selim Sırrı bey, bir konferansında güneş banyosunu nasıl yapacağımızı tarif ediyor. Tarcan’a göre öncelikle vücudumuzu güneşe yavaş yavaş alıştırmalıyız. Ama bu “yavaş yavaşlık” nededeyse bir mevsime yayılmaktadır! Reçete şöyle: Nisanın onbeşinden başlayarak Mayıs’a kadar vücudunuzu her sabah tül perdenin ardından üç-beş dakika güneşe göstereceksiniz. Mayıstan itibaren bahçe ya da taraçaya bornozla çıkacaksınız. Yavaş yavaş önce bacakları, sonra bele kadar alt yanımızı, en son da tüm vücudumuzu. Ama on dakikadan başlayıp, bir saate bir ay içinde ulaşan bir süratle. Öyle kütük gibi durmak da yok, “vücudu hafifçe işletmeli, biraz sıçrayıp dolaşmalı ve yoğunmalıdır.” Böylece yazın plajlarda güneş banyosu yapmaya hazır hale gelebilirsiniz. Ama orada da ifrata kaçmak yok. Bir kere sabah 11’den 3’a kadar güneşe çıkmak yasaktır. Günün diğer saatlerinde ise toplam süre bir saati geçmemek koşuluyla, on dakikada bir gölgeli 2-3 dakika gölgeli bir yere geçerek…
(Kaynak: Selim Sırrı Tarcan, “Güneş Nasıl Bir Gıdadır?” Radyo Konferansları, İstanbul 1932)


RESİMLER:
İki kitap kapağı yazıda adı geçen kitapların kapaklarıdır.
Kutu’da ise mayolu kızlarımızı koyalım.

Kolay gelsin.

Hiç yorum yok: