1 Eylül 2008 Pazartesi

PAZAR YAZILARI


HOŞGELDİN RAMAZAN
Bilmem farkında mısınız... Yirmi yıldan bu yana Ramazan ayı giderek artan bir biçimde “hareketsizlik” ayı olmaya başladı. Eğlence mekânları kapanıyor, lokantalar “tadilat”a giriyorlar, konserler erteleniyor, hatta rock festivalleri bile iptal ediliyor. Ramazan ayı bir sükunet, içe dönüş ayı biçiminde geçiyor. Ama eskiden durum bunun tam tersiydi. Ramazan demek eğlence demekti. İnsanlar iftarın ardından kendilerini sokağa atar, kahveler, gazinolar, tiyatrolar tıka basa dolardı.

Türk usulü Ramazan

Eski zaman yazarlarından Münir Süleyman Çapanoğlu, Ramazan’ın hiçbir İslam ülkesinde bizdeki kadar şenlikli, ışıltılı olmadığının altını çizer. Bir kere, Ramazan oruç ayı, yani herkesin otuz gün boyunca sıkı bir perhize girmesi gereken ay olduğu halde, yıl boyunca en çok yemek Ramazan ayı yenirdi. Bazı evler yalnız bir aylığına olmak üzere Ramazan ahçıları tutardı. Sahura kalkmak yerine, çok kimseler o saate kadar oturur; peçiç, altıkol iskambil, papaz kaçtı, bezik gibi oyunlar oynayarak vakit geçirir, sahur yemeklerini yer öyle yatarlardı. Kadınlar kendi aralarında toplanır, izzet ikramdan sonra masallar, bilmeceler, yüzük oyunları ile dolu bir gece geçirirlerdi.

Ama Ramazan’ın en ışıltılı yanı, iftardan sonra başlayan eğlence yaşamıydı. Bütün tiyatrolar ve geçimi eğlenceden olan kumpanyalar dört gözle bu mübarek ayı beklerlerdi. İstanbul’un karagöz, orta oyunu, tuluat ve kanto seyredilen mekanları dolup taşardı. İsmail Dümbüllü o zamanları şöyle hatırlar: “Ramazan’da İstanbul’un eğlence panayırı Direklerarası idi. Kedi koysan, geçemezdi kalabalıktan. Ramazana iki, üç gün kala hazırlıklar başlardı. Tatlıcılar, turşucular en temiz peşkirlerini yayar; tiyatro kumpanyaları yeni programlar koyarlardı. Çalgılı kahveler vardı, meddahlar vardı. Hemen her kahvede karagöz perdesi kurulurdu.” Dümbüllü, en iyi Ramazan hasılatını 1914 yılında, Kel Hasan’la Ferah Tiyatrosu’nda çalışırken yaptıklarını ve günde 600 altın lira kazandıklarını da hatırlıyor.

İlk operet Ramazan’da oynandı

İlginin sadece geleneksel gösterilerle sınırlı olduğunu sanmayın. Batı usulü yola koyulan tiyatrolar bile ilk çıkışlarını Ramazan ayında yapmışlardı. Hikayesi şöyle: 1876 Ramazanında Direklerarası’nda meddah, karagöz seyretmeye gelen İstanbullular, Beyazıt’da büyük bir duvar ilanı görürler. Vezneciler’de eski bir askeri ahırdan bozma tiyatroda Çuhacıyan’ın “Leblebici Horhor” operetinin oynanacağını öğrenirler. Böylece tiyatro yaşamımıza ve Ramazan eğlencelerimize operet de girmiş olur. Daha sonraki dönemlerin en asri eğlencesi sinemanın da ilk kez Ramazan aylarında İstanbul’u ziyaret ettiğini biliyoruz.

Beyoğlu’nda 1925 yılı Ramazanı

Bir Ramazan öyküsü de Beyoğlu’ndan... Şimdi Ses Tiyatrosu olarak bildiğimiz mekan, bir zamanlar Fransız Tiyatrosu olarak tanınırdı. Başında da dönemin ünlü emprezaryosu Arditi Efendi vardı. Raşıt Rıza Beyin tiyatro topluluğu 1925 yılı Ramazan’ında Fransız Tiyatrosu’nu tutmaya karar verdi. Arditi Efendi buna olur dedi ama bir şartı vardı. O sırada Paris’te olan Ermeni asıllı oyuncu Eliza Binemeciyan’ın da topluluğa katılmasını şart koşuyordu. Vasfi Rıza Zobu şöyle anlatır: “Eliza Binemeciyan İstanbullu seyircilerin çok iyi tanıdığı bir sanatçıydı. Bundan dolayı Arditi Efendi’nin teklifi, tam bir iş adamı görüşünün neticesiydi. Muhaberesi, anlaşma şartları Arditi’ye bırakılıdı. Tek bir Ramazan ayı ve üç gün bayram içindi bu anlaşma... O ne istedi? Arditi Efendi ne miktarını münasip gördü? Anlaşma sonunda kendisine ne ödendi? Bilmiyorum.” Ama1925 yılında Fransız Tiyatrosu’nda Ramazan temsilleri tıklım tıklım dolu geçti. Ramazan’ın kokusunu Beyoğlu da almıştı...

Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi, geleneksel eğlenceler yanısıra her tür
modern gösterinin de gün ışığına çıktığı bir dönemdi Ramazan. Ama hepsinden önce bol bol eğlenilen, keyfedilen bir aydı. Ne oldu da bu duruma geldik acaba? Ramazan ile eğlence arasındaki bu organik ilişki nerede koptu acaba? Ne dersiniz?

Hiç yorum yok: