1 Kasım 2008 Cumartesi

CUMARTESİ YAZILARI


KİTAP PEŞİNDE SEKSEN YIL
TÜrkiye'nin ilk kitap sergileri
Tam 27 yıldır okuyucular, yazarlar, çizerler olarak TÜYAP kitap fuarlarıyla içiçe yaşıyoruz. Bu yılın Kitap Fuarı’nın açılışıyla birlikte, çok daha eski yıllara dönüp, kitap fuarcılığının tarihine göz atsak nasıl olur diye düşündük...

Bu yılın büyük bir bölümü TÜYAP için hazırladığım “Türiye Sergiler ve Fuarlar Tarihi” adlı kitabın çalışmaları ile geçti. Kitap yıl sonuna doğru yayınlanacak. Çalışmalara başlarken Deniz Kavukçuoğlu, kitap fuarlarının da tarihini araştır, demesin mi... Benim bildiğim kadarıyla bu işin tarihi TÜYAP’la başlıyordu. Ama Deniz ısrar etti, 1930’larda da bir şeyler varmış, bir bak bakalım diye zorladı. Hadi bakalım, otuzlu yılları ara tara, önce hiç bir şey bulamadım. Ama sonra bir gazete haberi, bir fotoğraf, bir broşür derken, inanılmaz bir şey oldu. Evet, her şey gibi,kitap fuarlarının de bir tarihçesi vardı, hem de seksen yıl kadar öncesine uzanıyordu.

Bir öncü: Selim Nüzhet Gerçek

Yaptığımız araştırmalar gösterdi ki Türkiye’de düzenlenen ilk kitap sergisi, 1929 yılında Türk Ocağı tarafından açılan “Türk Matbaacılığının İkiyüzüncü Yıldönümü” adlı bir sergi. Serginin düzenleyicisi (ve kitap sergileri konusunda o dönemin en önemli uzmanı) Selim Nüzhet Gerçek, bu sergi için Türkiye ilk basılan 23 kitabı ve ilk matbaamıza dair bazı belgeleri bir araya getirmişti. Yeni Türk harflerile basılan ilk kitaplar için de özel bir köşe düzenlenmişti.

Bu elbette küçük bir sergi, belki de “sergicik”ti. Bu nedenle Selim Nüzhet Gerçek’in 1932 yılında İstanbul Halkevi adına açtığı “Kitap Panayırı”nı milat olarak almamız galiba daha doğru olacak. İstanbul Darülfünunu [Üniversitesi] meydanında açılan sergi yirmi pavyondan oluşuyordu. Dört gün süren kitap sergisinde yayınlar yüzde on indirimle satılıyordu. Selim Nüzhet bu sergi için şu değerlendirmeyi yapar: “Yurdumuzda ilk defa olarak böyle bir şeye teşebbüs ediliyordu. Orasının [Üniversite Meydanı’nın] bugünkü gibi ağaçlı olmaması yüzünden gözü kamaştıran güneşe mukabil, bereket versin, teşhir edilen kitaplar da gözü kamaştıracak mahiyette idi. İstanbul halkı ilk defa olarak kitabı bir vitrin arkasında değil, karşısında elinin altında gördü. Halk bu suretle kitabı benimsedi, bol bol satın aldı.”

Bir yıl sonra, 1933 yılında kitap sergisi düzenleme nöbeti Ankara’ya geçti. İsmet Paşa Kız Enstitüsü ile Ticaret Lisesi mekanlarında Maarif Vekaleti tarafından bir “Maarif Sergisi” açıldı. Bu sergi kapsamında Ticaret Lisesi Bahçesi’nde bir de Kitap Panayırı düzenlendi. Maarif Sergisi Rehberi’nde bu panayıra şöyle değiniliyor: “Türk Milletini yeni bir nur alemine götüren Türk harfleri ile beş sene içinde memleketimizde çıkan eserleri görmek için Ticaret Lisesi bahçesinde açılan bu panayırı da geziniz. Kitap Panayırında yüzde on eksik fiatla satış yapılmaktadır.”

Beyoğlu Halkevi kitap sergileri

İstanbul’daki Halkevleri yeni bir kitap sergisinin açılması gayretini nedense 1938 yılını ertelemişti. 15 Ocak 1938 tarihinde Beyoğlu Halkevi tarafından açılan Kitap Sergisi 1936 ve 1937 yıllarına ait kitapları bir araya getirir. İstanbul’daki 12 yayınevinin ve kitaplarını kendi çabalarıyla bastıran bazı yazarların katıldığı sergide yaklaşık olarak 500 kitap sergilenir. Bu kitaplar sergi süresince yüzde yirmi indirimle satılır. 1 Ocak 1939 tarihinde Beyoğlu Halkevi’nde açılan ‘İkinci Kitap Sergisi’nde ise 1938 yılında yayımlanan kitaplar toplu halde sunulur. Cumhuriyet’in haberine göre sergide teşhir edilen kitap sayısı gene 500 dolayındadır. Gazete bu kitapların niteliği hakkında da istatistiki bilgiler veriyor: 17 kitap Atatürk konulu, 90’ı sosyal, iktisadi ve hukuki, 120’si hikaye ve roman, 40’ı da çeşitli konulardadır. Kitapların 75’i çeviridir. Sergideki kitaplar Halkevleri, Vilayetler ve CHP Genel Sekreterliği’nden sağlanmıştır. Ayrıca yayınevleri ve kuruluşlar da kitaplar yollamıştır. Bir hafta açık kalacak olan sergide kitaplar yüzde 20 indirimle satılmaktadır. Beyoğlu Halkevi’nin hazırladığı kitap sergilerinin, daha sonraki yıllarda da açıldığını biliyoruz. 1939 yılında açılmayan sergi 1940 ve 1941 yıllarında Ocak ayında tekrarlanır.

Yurt dışına taşınan kitap sergiciliği alanında ise bir ilk olarak, 1937 yılında Atina’da açılan Türk Kitap Sergisi’ni gösterebiliriz. Bu çalışmanın da sahibi olan Selim Nüzhet Gerçek anlatıyor: “Tuttuğum yol dünü ve bugünü mukayese ettirebilmek için teşhir edilen basmaların ilkini ve sonuncusunu birlikte göstermekti. İlk kitapları bugünün kitapları ile, ilk gazeteleri bugünün gazeteleri ile mukayese, aradaki devir farkını hesaba katmak şartile de, meraklılar için çok cazip oluyordu. Serginin ehemmiyeti ve gördüğü rağbet hakkında kısaca bir fikir verebilmek üzere küşat [açılış] merasimini bizzat kıralın yaptığını, müteveffa Metaksas’ın bir saate yakın bir zamanını sergiyi ziyarete hasrettiğini söylemek kifayet eder.” Aynı sergi daha sonra Belgrad’a da götürülür ve İsmet İnönü’nün ve Romanya Kralının katılımıyla açılır.

On Yıllık Neşriyat Sergisi

1939 yılında ise, Hasan Âli Yücel’in Maarif Vekilliği döneminde açılan Birinci Türk Neşriyat Kongresi, beraberinde bir de “On Yıllık Neşriyat Sergisi” düzenleyerek konumuz açısından önemli bir olayın gerçekleşmesini sağlar. “Neşriyat Sergisi” 1 Mayıs 1939’da, Kongre başlamadan bir gün önce Ankara Sergievi’nde açılır. Kongre’nin 2 Mayıs günü yapılan resmi açılışında ise Başvekil Dr. Refik Saydam’ın açış konuşmasından sonra söz alan Hasan Âli Yücel şunları söyler: “Neşriyat işlerinde de tam demokrat bir ruh ve tam realist bir düşünce ile çalışmak ancak cumhuriyet rejiminde kabil olabilmiştir. Cumhuriyet tarihindedir ki, bir taraftan bütün devlet organlarıyla kuvvetli bir neşriyat hareketine girişilmiş, diğer taraftan hususi basım ve yayın kurumlarının emeklerine imkân nispetinde iştirak edilmiş ve çalışmaları böylece takviye olunmuştur. Dün ziyaret ettiğimiz On Yıllık Türk Neşriyat Sergisi bunun canlı bir delilidir. Bu yolda atılmış en müsbet ve inkılapçı adımın Latin esasından alınmış Türk harflerini kabul etmemiz olduğunda bir an bile tereddüt edilemez."

“On Yıllık Neşriyat Sergisi” Cumhuriyet tarihinin o güne kadar açılan en kapsamlı kitap sergisi kimliğini de taşımaktadır. Sergiye katılan yayımcılar ve kitapçılar şunlardır: Maarif Vekaleti, İstanbul Üniversitesi, Ahmet Halid Kütüphanesi, Akşam Matbaası, Âsarı İslâmiye Kütüphanesi, Cihan Kitabevi, Cumhuriyet Kitaphanesi, Cumhuriyet Matbaası, Çığır Kitabevi, Etiman Kitabevi, Hilmi Kitabevi, İkbal Kitabevi, İnkilâp Kitabevi, Kanaat Kitabevi, Remzi Kitabevi, Resimli Ay Matbaası, Semih Lûtfi Kitabevi, Tanevi, Tefeyyüz Kütüphanesi, Türkiye Matbaası, Ülkü Basımevi, Üniversite Kitabevi, Vakit Kitabevi, Yedi Gün Neşriyatı.

Sergiye paralel olarak Maarif Vekaleti tarafından sergilenen kitapları yayınevleri esasına göre bir araya getiren bir de katalog yayımlandı. Neşriyat Sergisi, Mayıs ayında Sergievi’nde kamuoyuna sunulduktan sonra, 22 Temmuz-9 Ağustos 1939 tarihleri arasında On Birinci Yerli Mallar Sergisi kapsamında İstanbul’a taşındı. Ardından 20 Ağustos-20 Eylül tarihlerinde de İzmir Enternasyonal Fuarı’na götürüldü. Hazırlanan katalog, bu iki mekân için ve özel kapaklarla yeniden basıldı.

Kitap Sergileri’nin tek parti yönetimine denk düşen ilk dönem tarihi kısaca böyle. Gerçek kitap sergilerinin yapılabilmesi için uzun yılların geçmesini beklemek zorundayız. Belki de TÜYAP’ın kurulup bu alana el atmasını...

31 Ekim 2008 Cuma

King Kong'un yeni maceraları: ORYANTALİZM


Önümüzdeki hafta cuma günü (7 Kasım) Beşiktaş'ta Misket Şarapevi'nde ORYANTALİZM başlığı altında yeni bir müzik dinletisi yapacağız.

Pekii neler çalacağız? Doğu ritmleri olan her şey. Mesela Natacha Atlas, Hüsnü Şenlendirici, Koçani Orkestar, Nedim Nalbantoğlu, Kultur Shock, Dario Moreno, Asian Dub Foundation, Baba Zula, Transglobal Underground, Ofra Haza, Oojami, Taraf dde Haidouks, Brooklyn Funk Essentials, Replikas, Eartha Kitt, Smadj, Shantel, Kırıka, Dengue Fever, Yasmin Levy, Miss Platnum, Talvin Singh....

Daha pop bir şeyler isteyenler için Murat Meriç’in de takviyesini aldık. Türk popunda oryantal ritmlerden örnekler getirecek. Gecenin bir vakti Türk-İş Funk, King Kong'un yaşama alanında icrayı sanat eyleyecek., Başına geleceklerden sorumli değilim...

Bu gecenin bir diğer özelliği de İsveç’te yaşayan kardeşim Hakan’ın ve eşi Leyla’nın burada olduğu günlere rastgelmesi. Bak şu tesadüfe... Hani onları da görmek isteyen ortak arkadaşlarmız olur diye hatırlatayım dedim...

Gecenin özeti: Kıvır kıvır kıvrılasın, bürüm bürüm bürülesin.... Göbek ata ata ölesin...
Tüm şoparlar buyrun misket oynamaya!

29 Ekim 2008 Çarşamba

PAZAR YAZILARI


MAVİ GÖZLÜ DEV VE TOSCA
Bu son pazar yazısı. Çünkü pazar günleri bu yazıları Star gazetesinde yayınlıyor, sonra buraya alıyordum. Ama kriz dediler, gazeteyle ilişkimi kestiler. Lakin elbette yazacağımız başka yerler de vardır evvelallah! Başlık niye değişti diye merak eden olursa diye bu not, yanlış anlamayın...

Yapı Kredi Yayınları, Nazım Hikmet ve “Tosca”sı Semiha Berksoy adlı bir kitap yayınladı. Bu iki ünlü isim arasındaki mektuplaşmaları bir araya getiren kitap dolayısıyla, Semiha Berksoy’la ilgili anılarımıza hızla göz atıyoruz....

Semiha Berksoy’u ilk kez ne zaman keyfetmiştim acaba? Belki televizyonda gösterilen eski bir Muhsin Ertuğrul filminde söylediği “Ben bir feministim,” adlı şarkısında. Onunla tanışmam da yine bir eski film sayesinde oldu. Türk sinema tarihinin fazla girilmemiş köşelerine burnumu sokarken... İlk sesli filmimiz “İstanbul Sokaklarında” üzerine bir yazı hazırlıyordum. Elimizde tek bir sahnesi kalmamış olan 1931 tarihli bu filmin “güzel ses”i Semiha Berksoy’du. Aradan elli yılı aşkın bir süre geçmiş, acaba ne hatırlıyordur ki, diye ümitsizce düşündüm. İzini bulup bir randevu kopardım. Elinde bir tomar belge ile geldi. Film sırasında tuttuğu günlükler, mektuplar ve eski fotoğraflarla! Yazım ete kemiği büründü. Filmin sesli sahneleri Paris’te çekilmişti. Marsilya’ya kadar vapurla gitmişti ekip. Yolculuğun ayrıntıları vardı ailesine yolladığı eski bir mektupta. Kısa bir alıntı yapalım:

“Dün akşam Messina Boğazı’ ndan geçerken, vapurumuzda birinci mevkide bir balo vardı. Bizleri davet ettiler. Sesimi şarkı söylerken, egzersiz yaparken herkes işitiyormuş. Bana baloda ısrar ettiler, mükemmel cazband vardı. Dans durdu. Balo halkı zengin milyoner Amerikalılar, Holivud’a giden seyyahlar. Türklerden Mazhar Osman ve karısı, bir de Amerikan sefiri vardı. La Bohem operasını söyledim. Hayret ettiler, bir alkış koptu. Sonra Amerikan sefiri bilhassa geldi, rica etti. Madam Butterfly’ı söyledim. Alkış, kıyamet koptu. Türkler tabii çok iftihar ettiler.”

İnanılmaz bir bellekle karşı karşıyayım

Bu yazıdan sonra, o zamanlar hayatta olan ilk güzellik kraliçemiz ve sinema tarihimizin erken dönem yıldızlarından Feriha Tevfik’in peşine düşmüştüm. Semiha Berksoy ve Feriha Tevfik akraba çıkmasınlar mı! Feriha hanımın Bostancı’daki evine Semiha Berksoy’la birlikte gittik. Eski anılar, fotoğraflar, belgeler arasında kendimi kaybetmiş bir haldeydim... Hafızası pek güçlü olmayan Feriha Tevfik’in tersine Semiha hanım inanılmaz bir belleğe sahipti.

Semiha Berksoy’la arkadaşlığımız aralıksız devam etti. Beni Cihangir’deki evine davet edince onun ressam yönünü de tanıdım. Bu küçük daire tepeleme tablolarıyla doluydu. Tablolarının bir bölümünün temel konusu Nazım Hikmet’di. Yaşadıkları aşkı anlattı. Anlatmasına gerek yoktu, resimleri de bunu kanıtlıyordu zaten. Bu evdeki yatağın üzerindeki örtüler bile Nazım’a adanmıştı. Eski bir sandığı açınca, yaşamı boyunca tuttuğu notlar, mektuplar, fotoğraflar çıktı karşıma. Fikret Mualla’nın resimleyerek yolladığı mektuplar olağanüstü güzellikteydi. Eski ses bantlarından, seslendirdiği aryaları dinledik. Yetmedi, bizzat söylemeye başladı. Semiha Berksoy, kendisiyle ilgili her şeyi toplamış, onlarla birlikte yaşıyordu. Ruhu yirmili yaşlardan bu yana gün bile almamıştı. Dimdik ayakta duruyordu...

Mezardan gelen mektup

Sonraki yıllarda onun resimlerinin değeri iyice ortaya çıktı. Retrospektif sergiler açıldı, kitaplar yayınlandı. Genç nesiller de onu tanımaya başlamıştı. Kutluğ Ataman’ın çektiği “Semiha Berksoy Unplugged” bunun tanıklığıdır. Yaşamının son döneminde genç kuşaklarla onu bir araya getiren bir diğer olay ise Babylon’da Baba Zula ile verdiği konserdi. Semiha hanım bu konserde 1935 yılında Yedigün dergisinde yayınlanan ve Nazım Hikmet’e ithaf ettiği “Mezardan gelen mektup” adlı öyküsünü seslendirdi. Killing giysileri kuşanmış olan Baba Zula ile Semiha Berksoy’un bu “olağanüstü” konserinin bir kaydı yapılmışsa mutlaka DVD haline yayınlanmalı!

Elimizdeki Semiha Berksoy ile Nazım Hikmet arasındaki mektuplaşmaları bir araya getiren kitap ise, bu iki efsane kişiliğin arasındaki sevgi dolu öykünün bilinmeyen noklatalarını aydınlatıyor. Nazım Hikmet’in hapishanelerde geçen yıllarında, Semiha Berksoy’un resimleri, plakları ve mektuplarının ona nasıl güç verdiğine tanık oluyoruz. Mavi gözlü devin Tosca’sına yazdığı satırlarla bitirelim: “Çiçekleri ve üzümü aldım. Gözlerim ve dilim için bundan nefis ziyafet olamaz...”