4 Aralık 2009 Cuma

Türk edebiyatında matbaa 2


BİR MATBAACI YAZAR: BEKİR YILDIZ
Bekir Yıldız’ı yazar olarak tanımayan pek yoktur. 1933 Urfa doğumlu olan yazar, kitaplarında özellikle Güneydoğu Anadolu insanlarını ve onların İstanbul’daki yaşamlarını başarıyla aktarır. Ama matbaacılık sektörü açısından Bekir Yıldız’ın özel bir anlamı daha vardır. Öncelikle Matbaa Meslek Lisesi mezunudur. Okul sıralarında akşamları Remzi Kitabevi’nde dizgi operatörü olarak çalışmıştır. 1962 yılında Makina ile Yazı Dizme Sanatı adlı bir de kitap yayınlamıştır. Mezuniyetinin ardından Almanya’ya gitmiş, burada Willi Blümel’in de yardımıyla Heidelberg Druckmaschinen firmasının çeşitli bölümlerinde çalışmıştır. Daha sonra da İstanbul’a dönüp kendi matbaasını kurmuştur.

Bekir Yıldız kendisiyle yapılmış bir konuşmada( 1) , matbaacılığın yazarlığına nasıl katkıda bulunduğunu şöyle anlatır: “Bakın ben yüksek okula gitmedim. Ama Türkçe’yi en iyi kullanan yazarlardan biriyim. Dizgi operatörüyken aynı sayfayı üç defa dizdiğim olurdu. Operatörün nitelikleri çok önemlidir. Sanat enstitüsünden sonra matbaacılık okulunu bitirdim. Büyük matbaalarda çalıştım. Binlerce kitap dizdim. Bir yandan çalışıp para kazanırken, bir yandan da yazarlığı öğrendim. Basım sektörü diğerlerine benzemez. Bizim dükkana gelenler hep entellektüel kişilerdi. Bizde operatörün mesleğine saygısı çok önemlidir. Ben Remzi Kitabevi’nde, Akis Dergisi’nde çalıştım. Çok kitap dizdim, çok kişiyle tanıştım. Birgün Türk Dil Kurumu üyelerinden birinin kitabını diziyordum. Yanlışlar vardı. Çok tashih geldi. İyi bir operatör tashih dizmez; yanlış müelliften geliyor. Bana dediler ki, ‘Ne görüyorsan onu diz, sana bunun için para veriliyor.’ Ben de ‘Parayla dizgi satmıyorum,’ diye cevap vermiştim.”

Blümel’in yaşamını değiştirdiği yazar

Bekir Yıldız, Almanya’daki matbaacılık yaşamını ise şöyle aktarıyor: “Ben Almanya’ya gitmek üzere İşçi Bulma Kurumu’na başvurdum. Sene 1962. (...) Beni Almanya’da maden ocağına göndermişlerdi. Fakat Willi Blümel’in desteğiyle Heidelberg fabrıkalarına geçtim. Blümel ile tanışmam da ilginçtir. Ben o günlerde dizgi öğretmenilği yapıyordum. Fakat bu iş sadece anlatmakla olmuyor. Oturdum bir de kitap yazdım: Makina ile Yazı Dizme Sanatı. Almanya’ya gittikten sonra Blümel kitabı bastı ve benim Heidelberg’e girmemi sağladı. Blümel hayatımın gidişini olumlu yönde değiştiren adamdır. Heidelberg’de mesleğimi sürdürdüm. İki yıl boyunca Heidelberg Havadisleri’nin İtalyanca, İngilizce ve Fransızca dillerinde dizgisini yaptım. 1964 Drupa fuarında bulundum. Willi Blümel ile orada yine görüştük ve ben kendisine bir makine almak istediğimi söyledim. O konuda da yardımcı oldu. Beni fabrikada montaj kısmına aldılar. Orada 1,5 yıl montajı tamamlanan makinelerin deneme çalışmalarını yaptım. Uzun bir süre demostrasyon amacıyla kullandığım makineyi fabrika tarafından iyi bir revizyon yapıldıktan sonra bana verdiler.”

Baskı makinesini aldıktan sonra İstanbul’a dönen Bekir Yıldız Heidelberg Matbaası adıyla ilk matbaasını kurar. Fakat esas işinin dizgicilik olduğunu düşünerek bir süre sonra matbaa makinesini satar ve Menta marka bir dizgi makinesi satın alır. Kendisine yıllar önce dizgiyi öğreten Şefik Atalay ile bu defa ortaktırlar. Baskı makinesini sattığı için sonradan çok pişman olur. “Çok sonraları Konya’ya sattığım makinenin parçalandığındığını öğrendiğimde ağlamıştım,” diyor bir röportajında.

Bu arada Türkler Almanyada adlı ilk kitabını yazar. Düşüncelerini almak için Orhan Kemal’e okutur. Onun beğendiğini görünce bastırır. Dana sonra kitapları ardarda yayınlanmaya başlar ve Bekir Yıldız ünlü bir yazar haline gelir. Biz yine matbaacılık alanındaki çalışmalarına dönelim. Dizgicilik yaptığı yılları şöyle anlatıyor: “Dizgi makinemizi çok iyi çalıştırdık ve piyasanın en iyi satır döken matbaası olduk. Kendi makinemde, kendi kitabımın dizgisini yaptım. Çok satacağını sandığım için formaları dağıtmadık, fakat kitap satmadı. Dizgi makinesinin borcunu 1.5 yılda ödedik, bir tane daha aldık. Sonra ben ortaklıktan ayrıldım, [1967 yılında] Asya Matbaası olarak kendi matbaamı kurdum. (...) Asya Matbaası iyi iş yaptı, para kazandık. Fakat o sıralarda ünlü bir yazar olmuştum. Kitaplarım artık çok satıyordu. Matbaayı bırakmak istedim. Bir süre arkadaşlar yürüttüler. Fakat seçim yapmak durumundaydım ve 1980’de makineleri, kurşunları, kasaları yok pahasına sattım. Ondan sonra da tamamen yazarlığa eğildim.”

Bekir Yıldız 1998 yılında bu dünyaya veda edene kadar başta Reşo Ağa, Kara Vagon, Kaçakçı Şahan, Sahipsizler, Evlilik Şirketi, Beyaz Türkü, İnsan Posası, Demir Bebek olmak üzere onlarca kitap yazdı. Bunlar arasından Kaçakçı Şahan 1971 Sait Faik Armağanını kazandı. “Bedrana”, “Kara Çarşaflı Gelin” öyküleri ve Halkalı Köle romanı filme çekildi.

Öykülere yansıyan matbaa insanları

Bekir Yıldız’ın bazı öykülerine matbaacılık yaşamından yansıyan tipler olmuştur. Beyaz Türkü kitabındaki “Tahir Usta” öyküsü bunlardan biri. Bir matbaa ustası şöyle anlatılır bu öyküde:
“ Çocuk, karton kutuların kenarına, cicili-bicili kâğıtları yapıştırmaya koyuldu, dışarıyı yüreğinde güzelleştirerek. Kardeşinin, yazdan kalma gıslaved lâstikleri geldi sonra güzelliğin üstüne. Siyahlandı kar.
At arabasıyla taşımışlardı atölyeyi. Rapid en gözde makinaydı taşınanlar arasında. Hem baskı, hem de keski yapabiliyordu. Montörler, özellikle, Rapidin kazanı açıp kapayan kollarını gösterip, “Bu kollar, sana çok ekmek yedirir arkadaş,” demişlerdi.
Patron, Rapidin yanına geldi.
“Kaç bin?”
Tahir Usta, başını kaldırmadan – kaldıramazdı- yeni bir kartonu solundan alıp kazana yerleştirirdi. Sonra, öteki eliyle, kesilmiş kartonu sağındaki sehpaya koydu. Üç-beş saniyenin içinde tamamlanmıştı bu iş çizgisi. Yeni bir kartona kol uzattı Tahir Usta.
“Üç bin.”
“Dört binin üzerinde oluyordu her gün, bu saatte. Yengem nasıl?”
“İyi sayılır. Karton bekledik de.” (2)

Ama Bekir Yıldız’ın öyküleri içinde, matbaacılık tarihi açısından en ilginç tipleme sanırım Kara Vagon kitabındaki Elazığlı Hamal öyküsünde karşımıza çıkar. Öykü bu matbaa hamalını betimleyerek başlar:
“Hasan Dayı hamalların en ufağıdır. Onun yüzü pek görünmez. Matbaalara iki büklüm gelir, iki büklüm gider… Çok tutarlar Hasan Dayıyı. Boyu ufaktır. Eğildi mi, aşağılara iner yüksekliği. Yerden kaldırırlar kurşun kalıplarını, hop sırtına. O, önce hafifçe sallanır, sonra bir eliyle bir bacağını tutar. Destek alır bu bacağından kendine. Bir eliyle de, arkalığının ucuna takılı olan ipini uzatır. İpi, sırtındaki yükün üzerinden aşırıp Hasan Dayıya verirler. Bu defa o, ipi çeker ve titreye, titreye gider. Onun titrediğini görmek için keskin göze gerek yoktur. Yeter ki, adam yerine konulup, bakılsın bir kez…
Hasan Dayı, matbaadan caddelere çıkar. Başını yukarı verdikçe, boyun kasları gerilir, ağrır. Fazlaca öne yıksa, bu kez medeniyetin süratine çarpar. Caddelerde insanlar, arabalar dolu… Hamal kısmının işi ne!.. Aklı hep, sırtındaki yükü boşaltacağı matbaadadır. Adımları ağır, sayılıdır. Karnı şiş kadının, doğum gününü sayması gibi…”

Hasan Dayı’nın işi çok ağırdır. Kurşun kalıplarını taşımaktadır. İnsanüstü bir çaba gerektirir bu. Bekir Yıldız onnun bir iş gününden çizgiler sunar bizlere:
“Hasan Dayı yükünü boşaltacağı hana girer. Sekiz, on adım koridorda ilerler, sonra bir merdivenin başına gelir. Bodruma inecektir. İlk basamağa bir ayağını atar. Bu defa sırtındaki yük bedenine daha çok yayılır. Ve Hasan Dayının vücudundaki bütün kan, başına sıkışır, gözleri yuvasında ağırlaşır. Sonra matbaanın kapısına gelip, durur. Matbaanın içindeki bacaklar kıpırdamazlar hemen. Ve Hasan Dayı bağırır:
- Haydi!..
İnsanlar başlarını sesten yana çevirirler. Hasan Dayı göremez bunu. Ve o, ağırlığından fazla yükün altında tekrar bağırır. Bu defa daha hızlı, daha öfkeli:
Haydin yahu...
Bir çırak gelir. Kapının ikinci kanadını açmadan sorar:
- Hangi matbaadan emmi?
- Züratişden herhal.
Çırak, ustasına bağırır.
- …….matbaaasındanmış…
- Al içeri… Tamam…
Çırak, Hasan Dayıyla alay eder:
- Biraz geri bas… Geri bas da kapı açılsın.
Hasan Dayı alışık olduğu bu sözlere pek kızmaz. Ve birkaç adım geri gider. Kapı açılır. İçeriye girer. Sırtındaki kurşun sayfalarını, indirmeğe başlar çırak. Bir, iki, üç… On, on bir, on iki… Hasan Dayının vücudu hassasını kaybetmiştir. O, bilemez daha sırtında kaç sayfa kaldığını. Hattâ bazen sırtında bütün yük boşaldığı halde, o bekler durur. Çırak sütsüzse eğer, sayfa alıp indiriyormuş gibi yapar bir müddet. Ve bunu görenler gülüşür. Sonra çırak arkalığına dokunur. O bunu da hissetmez. Bu defa seslenir:
- Tamam.
Hasan Dayı sırtında yük varmış gibi korka, korka belini doğrultur ve yükün altına girelidenberi, göremediği insanların yüzünü ilk kez görür. Fakat o, bu yüzlerden hiç hoşlanmaz. Çünkü bu yüzlerde, Hasan Dayıyı aşağılayan çizgiler vardır. Ve onun iki büklüm olan bedeninde, bir insan kalbi taşıdığını çoğu düşünmemiştir bile…”

Matbaa hamalları, makinelerin Babıali’ye ilk kuruldukları günden bu yana basım sektöründeki çarkın bir parçasıdırlar. En zahmetli noktasında dururlar bu çarkın. Bekir Yıldız öyküsünü şöyle noktalar:
“Hasan Dayı matbaadan, önce hanın koridoruna, sonra caddeye çıktı. Sırtında Emile Zola’nın Germinal’i vardı. Dün de Kerbelâ Vakası’nı taşımıştı. Belki de yarın, Lenin’in bir kitabını taşıyacaktı. Ya öbürgün… Bir aşk romanı… Hasan Dayının sırtında, dünya edebiyatı gidiyor, geliyor… Vitrinler kitaplarla doludur. Vitrinlerde pırıl pırıl kapakların içinde yazarın emeği, matbaacının, dağıtımcının komisyonu… Her kitapta Hasan Dayıdan duyulmayan bin inilti. O taşır, o geri basar, o beli iki büklüm kitapların formasını sırtlar. Bazen zekâ testlerini taşır o. Bazen şirketlerin milyonluk yıl sonu bilânçosunu. Onu kandırır herkes: “Çök,” derler, o çöker. Sonra insanlıktan bahseden binlerce kelime vurulur sırtına. Yazarın biri, hapishanede geçen yıllarını anlatır, ballandıra ballandıra. Ve bazen bir gazetenin sayfalarını taşır o. İlk sayfada kocaman bir eşek resmi vardır. Sahibi dayak atmıştır eşeğe. Hayvanları Koruma Cemiyeti ateş püskürür. Hasan Dayı sırtında, bu eşek resimli sayfayı taşırken, belki de cebinde ekmek parasının zeytine, peynire ulaşıp ulaşamayacağını hesap etmektedir. Hasan Dayı, köy yerinde beynine akıtılan kurşunun farkında değildir. Ve o, Babıâli’deki kurşunları tüketmeğe çabalamaktadır.” (3)
(1) Basmen Matbaacılık Dergisi, Yıl 10, Sayı 34, Mayıs-Ağustos 1994
(2) Bekir Yıldız, “Tahir Usta,” Beyaz Türkü içinde, Cem Yayınevi, Basaş Ofset, İstanbul 1985, s.27- 28.
(3) Bekir Yıldız, Kara Vagon içinde, Cem Yayınevi, Yelken Matbaası, İstanbul, 1974 (4.B.)

Hiç yorum yok: