30 Aralık 2013 Pazartesi




SEYYAH BAVULUNDA TREN BİLETİ OLSAM
Radikal 28/12/2013
ELİF TÜRKÖLMEZ 
Araştırmacı yazar, tarih meraklısı, koleksiyoncu filan demek az kalır, yetmez, hatta belki yanlış da olur. Ama “Kıyıda köşede kalmış objeleri kuytulardan çıkartıp bizlere gösteren, o objelerin hikâyesini anlatan adam” dersek belki Gökhan Akçura’yı biraz tanımlamış oluruz. İşte o adam şimdilerde nefis parçalardan oluşan yeni bir sergi hazırladı. Sergi, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın 50. kuruluş yıldönümü vesilesiyle ‘Seyyahinden Turizme’ adıyla açılıyor. Türkiye ’de gezmenin tarihini ve kültürünü anlatan onlarca afiş, bavul etiketi, tren bileti, gemi broşürü 30 Aralık-24 Ocak tarihleri arasında Atlas Pasajı Sergi Salonu’nda görülebilir. Yolunuz düşerse sergiyi muhakkak görün. Çünkü bir seyyahın tahta bavulundan çıkmış eski bir tren bileti görülmeye değer bir şeydir.

Serginin adı ‘Seyyahinden Turizme’. Neden bu adı seçtiniz?

Turizm ve turist sözcükleri Türkiye’de ancak 1930’lu yıllardan sonra kullanılmaya başlandı. Oysa sergi 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanıyor. O dönemde turistlere ‘seyyah’ denirdi. Seyyah da seyahat ederdi elbette. Seyyahin sözcüğü ise daha teknik bir sözcük. Günlük yaşamda pek karşımıza çıkmıyor. Ama örneğin Turing kurumunun ilk adı ‘Türk Seyyahin Cemiyeti’. Serginin kapsadığı geniş dönemi simgelemesi için ‘Seyyahinden Turizme’ başlığını seçtim.

O zaman ‘seyyahin’ yıllarından başlayalım. Türkiye’de turizmin başlangıcı hangi yıllara dayanıyor?

Aslında Türkiye’de kitlesel anlamda turizm 1980’li yıllardan sonra başlıyor. Ama her sektör gibi, turizmin de bir ön tarihi var. Biz bu sergide, gidebildiğimiz kadar gerilere gittik. Turizmin dünya çapındaki doğuşu da bizim topraklarımızda ortaya çıkışı da 19. yüzyılın başlarına dayanıyor. O zamana kadar sadece maceraperestlerin ve tüccarların dünyayı dolaştıklarını görüyoruz. Seyahat etmenin bir sektör haline gelmesi ise buharlı gemilerin sefere konmasıyla başlıyor. Ardından gelen demiryolları ise gezmeyi iyice kolaylaştırıyor. Osmanlı İmparatorluğu’na gelirsek, bu sergide biz milat olarak 1863 yılını alıyoruz. 1863 yılında İstanbul ’da Sergi-i Umumi-i Osmani adlı büyük bir sergi açılıyor. Avrupa şehirlerinde aralarında gazeteci, işadamı ve fabrikatörlerin bulunduğu gruplar sergiyi gezmek üzere İstanbul’a geliyor. Bunlar aynı zamanda imparatorluğa toplu halde gelen ilk turist kafileleri. Bir bölümü İstanbul’da beş gün kaldıktan sonra İzmir’e geçerek oradan da memleketlerine dönüyor. İlginç bir rastlantı ile Türkiye’den Avrupa’ya yapılan ilk organize tur da aynı yıl, 1863’te gerçekleşiyor. Angleterre Oteli’nin işletmecisi Mösyö Mısiri 42 günlük bir Avrupa gezisi örgütlüyor. Tabii bu girişimlerin arkasının geldiğini, seyyahların akın akın İstanbul’a geldiğini iddia etmiyoruz…

Sergiyi gezeceklere biraz önbilgi verelim, Türkiye’nin turizm tarihi nasıl seyretmiş? Derli toplu, ilerleyen, evrilen, toplumsal, sosyal ve ekonomik değişimlerle dönüşen bir turizm sektöründen söz edebilir miyiz?

Türkiye turizmini Cumhuriyet öncesi ve sonrası olarak ikiye ayıralım önce. Osmanlı döneminde bu sektör zayıf ve örgütsüz. Sadece gemi acenteleriyle gelen seyyahlar var. Bir ölçüde de Orient Ekspres’in getirdikleri. Az sayıda otel ve Kapalıçarşı. Hepsi bu. Cumhuriyet sonrası ise Turing’in ve onun hemen ardından kurulan ilk seyahat acentelerinin çabaları var. Ama İkinci Dünya Savaşı, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’deki çalışmaları da yerle bir ediyor. Savaş sonrası ilk kez devletin bu konuya el attığını görüyoruz. 1949’da ‘Basın, Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü’ kuruluyor. Teorik çalışmalar yapılıyor. Ama ülkede daha ne doğru dürüst oteller, ne de yollar var. Turizmin yararları hep dile getiriliyor ama niyetler sadece lafta kalıyor. 1960’lı yıllar ise özel bir bakanlığın kurulduğu, beş yıllık kalkınma planlarına turizmin girdiği bir dönem. Tanıtım çalışmaları artıyor, bu alanda yatırım yapacaklar teşvik ediliyor. Devletin kurumları oteller inşa etmeye başlıyor. Emekli Sandığı ve Turizm Bankası bu işe ön ayak oluyor. Ama gerçek atılım için seksenli yılları beklememiz gerekiyor. Liberal ekonomiye geçişimizden sonra, hızla aratan bir ivme ile turizm sektörümüzün geliştiğini görüyoruz.

Bir sergi öncelikle görsel malzemelerle ortaya çıkarılıyor elbette. Turizm tarihimiz bu açıdan nasıl bir malzeme sundu size? Ve bu malzemeleri nasıl topladınız?

Turizmin en önemli öğelerinden birinin tanıtım olduğunu düşünürsek işimizin çok da zor olmadığı ortaya çıkar. Yani afişler, broşürler, bavul etiketleri vb. gibi bir görsel malzeme mirası söz konusu. Malzeme bol, ama bulmak kolay değil. Çünkü her alanda olduğu gibi Türkiye’de turizm konusunda da bir arşiv, müze yok... Bir sergiyi oluşturacak görsel malzemeyi sıfırdan bir araya getirmek zorundasınız. Sergi esas olarak benim koleksiyonuma dayanıyor. 1980’li yıllarda rahmetli Çelik Gülersoy’un teşvikiyle turizm tarihi konusunda çalışmalara başlamıştım. O günden bu yana da topluyorum. Eskiciler, sahaflar, müzayedeler esas kaynaklarım. Fotoğraflar, sirkülerler, broşürler, tanıtım malzemeleri, afişler vb. Tek tek, sabırla toplamak gerekiyor... Ama sergiyi hazırlamaya başladığımızda, elbette diğer koleksiyonlar da elden geçirildi. Özellikle Milli Kütüphane’de bulunan afişler, özel koleksiyoncuların elindeki malzemeler de zaman zaman panolara konuk oldu.

Sizce bu sergiyi başka bir ülkede yapmaya kalksaydınız işiniz daha kolay olur muydu?

Elbette, Amerika ve Avrupa’da yalnız bu alanda değil, birçok başka alanda da çok elverişli çalışma koşulları var. Kütüphane ve arşivler zengin. Çoğu malzemelerini internet alanına da taşımış. Hiçbir birikiminiz olmayan bir alanda bile bu sayede çalışmanız mümkün. Bizde ise anlattığım gibi böyle bir birikim ve anlayış yok. Kolay kolay da olmayacak galiba...
Serginin açılış vesilesi Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kuruluşunun 50. yıldönümü olması. Bu vesile, serginin içeriğini de etkiledi mi?
Daha önce de buna yakın bir içeriği kapsayan bir sergi hazırlamıştım. Bu kez, bakanlığın da işin içinde olması olumlu bir etki yarattı. Devletin turizmle ilişkilerini ayrıntılı olarak inceleme fırsatını buldum. Son elli yılı kapsayan bir dönem bu. Altmışları ilk girişimler; yetmişli yılları ise fiziksel planlamanın başladığı yıllar olarak görmek gerek. ‘Turizm öncelikli alanlar’ kavramı bu dönemde karşımıza çıkıyor. Güney Antalya Turizm Geliştirme Projesi ilk büyük turizm hamlesi. 1980’lerden itibaren, özellikle de ‘Turizmi Teşvik Kanunu’nun çıkışıyla yeni yatırım ve işletmeler yaşama geçebiliyor. Sonrası ise bildiğimiz öykü. Hızla gelişen bir sektör ve bugün vardığımız ileri düzey. Dünyanın sayılı turizm ülkelerinden biriyiz. Sergi bu son elli yılı özel olarak mercek altına alıyor.

Serginin en dikkat çekici parçaları neler?

Doğal olarak eski görsel malzemeler... Bulması daha zor ve “O dönemde bile ne güzel şeyler yapılıyormuş” duygusunu verebildiği için. Orient Ekspres ve ilk büyük oteller; Wagons Lits-Cook’un Türkiye’ye yönelik çalışmaları, Turing’in en eski afişleri, ilk seyahat acenteleri arasında büyük farkla öne çıkan NATTA’nın (National Turkish Travel Agency) tanıtım malzemeleri, Denizyolları’nın broşürleri...

Hiç yorum yok: